Sayfalar

6 Kasım 2017 Pazartesi

Aşk ve Müzik

"İf music be the food of love, play on!" cümlesini bilirsiniz. Eğer müzik aşkın gıdasıysa çalmaya devam edin! Shakespeare'in Onikinci Gece oyununda geçen ve birçok dile deyim olarak da yerleşen bu söz, çoğu insan katılmasa da, müzik ve aşk arasındaki önemli bağlantıya işaret eder net olarak. Daha sonra Nietzsche de "Müziksiz hayat, amaçsız olurdu!" diyecektir bu sözü desteklercesine. Nedendir sebep? Bütün sanat dalları arasında müziği insan için bu denli gerekli kılan nedir? O kadar ki, sevilmediğini ve yaşamında sevgiyi bulamadığını düşünenler dahi müzikte teselli bulabiliyorlar!
Müziğin hayatında önemli olup olmadığına  birçok insan katılır ya da katılmaz, ancak tabi ki bu sav müziğin tüm biçim ve çeşitlerini içerir. Bazıları Heavy Metal, Grunge dinler, bazıları Altın Klasiklere aşıktır, bazısı Klasik Müzik sever. Ancak zevkiniz ne olursa olsun müziğin mutlak bir çeşidi vardır ruhunuza ve size seslenen.
Benim için her ne kadar Klasik Müzik önde geliyor gibi görünse de sevdiğim müzikler dendiğinde yelpaze oldukça genişliyor haliyle. Bazen Beethoven'ın Hammerklavier sonatının 2. bölümüyle meditasyon yaparak güne başlarken, harikulade bir Caz ya da Rock konseriyle günü bitirebiliyorum. Ya da güncel bir pop şarkıcısının o güne özel seçtiğim  (ya da tesadüfen beni seçen) şarkıları kafamda plak gibi dönerken, bir Puccini Operasıyla...İşte burada tekrar soruyorum kendime, müziğin insan için vazgeçilmez olması ve gerekliliğinin sebebi nedir?
Bu konuda çağdaş düşünürlerden Adorno'nun tarihsel farkındalık ve bilinç yaratan cümlelerinde geliyor yanıt. "Müzik sanatların en soyutu olarak adlandırılsa da tarihsel alamda en somutudur.Hiçbir sanat dalı müzik kadar tamamıyla "zaman" boyutuyla ilgili değildir.Bestenin kendisi tarihtir. Her geçici notanın hissi ve varlığı, geçmiş ve gelecek olanla belirlenmiştir. Müzikal ses sürekli, geçici bir şimdiki zamanda göz önüne serilir."
İnsan yaşamı da tıpkı müzik gibi "sürekli ve geçici bir şimdiki zamanda" değil midir? Bu şekilde baktığımızda ilk sorumuza dönersek, müziğin bitmeyen cazibesinin, tamamıyla zamanın ritminin şekillenmesi, medcezirleri ve akışı, anda olması, bu şekilde de bizimle son derece güçlü bir şekilde konuşabiliyor olmasından kaynaklandığını söylmek yanlış olmaz sanırım. Burada hayatın kendisi olan doğum, gelişme, çöküş ve ölüm arasındaki kaçınılmaz ritmik oluşumlara gönderme vardır sanki. Dolayısıyla müziğe ilgi duyan birinin sezgisel bir farkındalıkla müzik dinleyerek ya da dans ederek aslında hayatın kaynağına ve özüne katıldığını gözlemliyoruz bir bakıma. Ve de hayatın her adımında olduğu gibi bu da kişiyi olduğundan daha "fazla"sı olmaya davet ederek yaşamının önceki evrelerinin "gelişerek" üstesinden gelip, devam etmeye ve yaşamına anlam katmaya davet ediyor. Yine Adorno "Müzik, zamansal sanat olarak,kendi ardıl biçimine bağlı olarak da, tıpkı zaman gibi, geri döndürülemez.Bir kez başladı mı daha ileri gitmek, yeni bir şey olmak, kendisini geliştirmek zorundadır." sözleriyle bu konuya noktayı koyuyor ki Adorno ve Heidegger'in öncüllerinden Schopenhauer'ın "Tüm sanatların ötesinde sadece Müzik direkt olarak yaşam isteğini ve iradesini içerir. Aşk ve seks nasıl istemsizce ve irademiz dışında çalışıyorsa hücrelerimizde, Müzik de yaşamın doğasıdır." sözleri de metafiziksel olarak Adorno'nun sözlerini doğrular niteliktedir.
Tabi Adorno deyince bir de Heideger'e bakıyorum ben merakla ve bu konudaki görüşlerinin hiç de farklı olmadığını görerek "İnsanda müziğe olan çekim kaynağının dayanılmaz göstergesi, insanın içinde zaten varolmasıdır." cümlesiyle karşılaşmak da beni hiç de şaşırtmıyor. Heidegger "burada" ve "anda olmak" ile ilgili olarak uyumlanma ve değişken ruh hallerinden sözeder. Kastettiği sakinlik, heyecan, kızgınlık, sinirlilik, korku, endişe gibi merak uyandıran durumların içinde bulunan insanın, yaşadıkları dünyanın tartışmasız "alıcı"sı olması ve olanlardan "kaçınılmaz" olarak etkilenmesi anlamına gelir. Ve bu bağ, kişinin, müzik aracılığıyla belli bir duygu durumuna girmesinde yadsınamaz ve belirleyici bir etkidir.
Bu söylemler, neden biz insanların müziğin ruhumuzu etkileme gücüne duyarlı olduğumuzu açıklıyor kanımca. Basitçe düşünürsek, müziğin majör ya da minör olması asla tesadüf değildir örneğin. İkisi de zihni farklı ruh hallerine ve düşüncelere "ayar"lar. Minör olanın majör olana göre bizi daha melankolik duruma sokması gibi. Ya da farklı enstrümanların ve insan sesinin tınılarının herkesi farklı etkilemesi gibi...
Üzgün ya da mutluyken dinlediğiniz ve size dokunan müziklere bir göz atın, demek istediğimi çok iyi anlayacaksınız, bunun için müzik bilginiz olması asla gerekli değildir :)
Peki konumuz aşk ve müzik olduğuna göre, baktığımızda en meşhur şarkıların gerek klasik müzikte gerekse pop müzikte, başkasına yazılmış k şarkıları olduğu doğru mudur? Pek sanmıyorum aslında. Müzik, dinleyicinin varlığını gerektirir ve onun ruh haline "uyum"lanan canlı bir organizma gibidir. Belki de bir "ruh eşi"dir tamamlanmış hissettiren, aralıklı olarak da olsa. Aslında paradoksal bir şekilde, tıpkı aşk sahnesinde olduğu gibi, ısrarla diğerini bulmaya çalışma çabamızdan kendimizi bulamamakta başarısız olmamızı anlatır gibidir belki de.
Dolayısıyla bana müzikle aşk arasındaki bağlantı ya da benzerlik sorulduğunda olası yanıtım, biri için aşk beslediğinizde ve o kişiye hitap eden müziği keşfettiğinizde er ya da geç bu müzik aracılığıyla sevdiğinizin ruhuna dokunmuş gibi olursunuz olacaktır. Bu birlikte dans ederek ya da ikinizin de sevdiği bir melodiyi birlikte dinleyerek de olabilir. Bir kişinin gerçek ve anlamli varlığını kavramak ve en gizli "ismi"ni bilmek, sizin "derin" varlığınızı hisseden birine ulaşmak ve kavuşmak, söylemeliyim ki çoğunlukla belirli bir müziği paylaşan "aşk"la gerçekleşir.
Bazı gospellerde de sözedildiği gibi, "Başlangıçta müzik Tanrı'ylaydı ve müzik Tanrı'ydı." sözü size ne anlatıyor? Ya da muhteşem Şems-i Tebrizi'nin "Musikinin ritminde bir sır saklıdır. Eğer onu ifşa etseydim dünya alt üst olurdu." sözü? Ya da eşsiz Mevlana'nın "Müzik Allah'ın lisanıdır." demesi ne anlama gelir? Daha önceki yazılarımdan birinde uzunca anlattığım Beethoven'ın tek bir ses duymadan günümüzün de ötesinde yaşamaya devam edecek olan insan üstü yaratılarının kimilerine göre imkansızlığının açıklaması var mıdır sizce?


Çok mu karmaşık oldu? Hadi o halde basitleştirip öze dönelim ve sadece "sevgi" ve "aşk"la "kendi"mize bakıp baştan başlayalım...